Mevlid Kandili
MEVLİD KANDİLİ NEDİR?
Mevlid, sözlükte “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelir. Mevsim kelimesi de Arap ülkelerinde hem mevlidi hem diğer bayram kutlamalarını ifade eden geniş bir mâna taşır. Mevlit Kandili, iki cihan güneşi alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) dünyaya gelişinin yıl dönümüdür.
PEYGAMBERİMİZ NE ZAMAN DOĞMUŞTUR?
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye saldırdığı ve Fil Vakası denilen olayın meydana geldiği yıl doğmuştur. Araplar’da “nesî” geleneğini göz önüne alanlara göre bu tarih milâdî 569, diğerlerine göre ise 570 veya 571’dir. Yine genellikle kabul edildiğine göre Rebîülevvel ayının 12’sinde ve gündüz dünyaya gelmiştir. O yıl ilkbahar mevsimine rastlayan bu ayın iki, sekiz, on veya on yedinci gününde doğduğuna dair rivayetlerle sabaha karşı dünyaya geldiğine dair rivayetler de vardır. Doğumun pazartesi günü olduğu ise daha sahih rivayetlere dayanmaktadır. Ayrıca doğum gününün milâdî takvime göre 20 Nisan’a denk geldiği söylendiği gibi bunun doğru olmadığını ileri sürenler de bulunmaktadır.
PEYGAMBERİMİZİN DOĞDUĞU GÜNÜN ÖNEMİ
Peygamber Efendimiz’in doğuşu, bütün âlemler için büyük bir rahmet ve berekettir. Bu sebeple herkesin muhtelif ibadetlerle Cenâb-ı Hakk’a şükretmesi îcâb eder. Zira Rasûlullah Efendimiz’e, pazartesi günü oruç tutmanın fazileti sorulduğunda, şöyle buyurmuşlardır:
“O gün, benim doğduğum, peygamber olduğum (veya bana vahiy geldiği) gündür.” (Müslim, Sıyâm 197, 198)
Mü’minlere rahmet olan bu nevi diğer günler için de Allah’a şükredilir. Nitekim Allah Rasûlü Medîne’ye geldiğinde Yahûdîlerin âşûrâ günü oruç tuttuklarını görmüştü. Sebebini sorduğunda Yahûdîler:
“–Bu büyük bir gündür. Allâh Teâlâ, bu günde Mûsâ’yı kurtardı, Firavun hânedânını ise denizde boğdu. Mûsâ u da Allâh’a şükür için o gün oruç tuttu.” dediler. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Ben, Mûsâ’ya sizden daha yakınım.” buyurdular. O gün oruç tuttular ve mü’minlere de o gün oruç tutmalarını emrettiler. (Buharî, Enbiyâ, 24)
Hatta buna o kadar ehemmiyet verdiler ki, şöyle buyurdular:
“Her kim sabahleyin bir şeyler yediyse, günün geri kalanında bir şey yemesin, (oruç tutsun)! Her kim bir şey yemediyse, o da hemen oruca niyetlensin! Zira bugün âşûrâ günüdür.” (Buhârî, Savm, 69)
MEVLİD KANDİLİ NE ZAMAN, NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlid ile ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Esasen ilk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevî ile Abbâsî yönetimlerinde de Resûlullah soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi. Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in (s.a.v.) doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bunun yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin (r.a.) ve o günkü halifenin mevlidleriyle (mevâlid-i sitte) Receb, Şâban ve Ramazan aylarındaki kandiller, Ramazan ve Kurban bayramlarıyla diğer bazı kutlamalar bu dönemde zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur.
OSMANLI’DA MEVLİD KANDİLİ KUTLAMALARI
Osmanlı hükümdarı 3. Murat, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî olmasa da Osmanlı Devleti’nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı, bilinmektedir. Sultan Ahmed Camii’ndeki kutlamalarda padişah, sadrazam, şeyhülislâm, vezirler, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, diğer mülkî ve askerî erkânla ulemâ resmî kıyafetleriyle hazır bulunurdu.
Balkanlar’ın fethiyle birlikte bu coğrafyada da mevlid törenleri yapılmaya başlanmış olmalıdır. Zira Saraybosna’daki Gazi Hüsrev Bey Camii’nin 938 (1531) tarihli vakfiyesinde mevlid için yılda 300 dirhem tahsisat ayrıldığı görülmekte, bölgedeki diğer camilere ait vakfiyelerde veya şahsî vasiyetnâmelerde de benzeri kayıtlara rastlanmaktadır.
Mevlid Kandili’nin önemi nedir ? Mevlid Kandili’nde neler yapılır ?
Kandiller; ışıklarıyla sadece karanlık gecelerimizi değil, aynı zamanda manevî feyziyle de daralan gönüllerimizi aydınlatan, zihinlerimizi berraklaştıran gecelerdir.
Kandiller; öze dönüşün, Yüce Yaradanımıza yürekten yakarış ve yönelişin, günahlarla kirlenmeye yüz tutmuş gönüllerimizi arındırmanın, geçici olanla kalıcı olanı fark etmenin, kalp gözümüzü açıp gönül dünyamızı temizlemenin fırsatı olan, nefsin yanıltıcı arzu ve isteklerinden uzaklaşmanın imkânlarını sunan kutlu zaman dilimleridir.
İşte Mevlid Kandili de insanı insan yapan bütün güzelliklerin odaklandığı bir şahsiyet olan rahmet elçisi Hz. Peygamberin doğumunu kutladığımız, onun bireysel ve toplumsal hayatımızı aydınlatan insanlık ve merhametini, insaf ve adaletini, sabır ve metanetini, kerem ve cömertliğini, kısaca insanlığa sunduğu değerleri anlayıp hayatımızı onun yüce ahlâkıyla güzelleştireceğimiz bir tazelenme mevsimidir.
Mevlid Kandili bütün insanlığa sevgi, rahmet, huzur ve barış getirsin. Sevgili Peygamberimizi daha iyi tanımamıza vesile olsun.
EN SEVGİLİ
Rasûlullah Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kuludur. Kur’ân-ı Kerîm, baştan sona O’nun medhiyle doludur. Bazı âyet-i kerîmeler doğrudan Efendimiz’i medhederken bazıları da işareten medhetmektedir. Cenâb-ı Hak, biz kullarına da, çok sevdiği habîbini medhetmemizi, O’nu sevmemizi ve Sünnet-i Seniyye’sini adım adım takip etmemizi emretmektedir. Bunun en mühim esası ise muhabbettir. Ümmet-i Muhammed, Allah ve Rasûlü’nü çok sevmenin, her fert üzerine bir farz-ı ayn olduğu husûsunda icmâ etmiştir. Hatta dinin esâsı muhabbettir. Şu rivâyet bunu açıkça ortaya koymaktadır:
İSLAM’A UYAN HER ŞEYİ SEVMEK UYMAYANDAN NEFRET ETMEK
Rasûlullâh Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Şirk, karanlık gecede Safâ tepesinde yürüyen kara karıncanın hareketinden daha gizlidir. Bunun en küçüğü, zulüm olan bir şeyi sevmek ve adâlet üzere olan bir şeye buğzetmektir. Din de zaten muhabbet ve nefretten başka bir şey mi ki? Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
«De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olunuz ki Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allâh Ğafûr ve Rahîm’dir/son derece mağfiret ve merhamet edicidir.» (Âli İmrân, 31)” (Hâkim, Müstedrek, II, 319)
Demek ki temel mesele; İslâm’a uygun olan her şeyi sevmek, İslâm’a uymayan her şeyden nefret etmek…
Âyet-i kerîmede ifade edilen hakîkat ise şudur: Allah Teâlâ’yı sevdiğini iddia eden kişi, Peygamber Efendimiz’in Sünnet’ini ihyâ ederek bu sözünü ispat etmelidir. Kişi Rasûlullah Efendimiz’i büyük bir titizlikle taklit ederse, Cenâb-ı Hak, o kulunu sever ve günahlarını affeder. Allah Rasûlü Efendimiz’i Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde tam olarak taklîd edebilmek için de onu büyük bir sevgiyle sevmemiz lâzımdır. Aksi takdirde, Yüce Rabbimiz, Efendimiz’e karşı ilgisiz kalanları küfre düşmekle tehdit etmektedir. Yukarıdaki âyet-i kerîmenin devamında şöyle buyrulur:
“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âli İmrân, 32)
VESİLELERİN EN GÜZELİ
Şu muhakkak ki tam bir Müslüman olabilmek için Peygamber Efendimiz’i çok sevmeye ihtiyacımız vardır. O’na karşı beslediğimiz muhabbeti artırmak için de muhtelif vesilelere muhtacız. İşte bu vesilelerin en güzeli Mevlid Kandili merasimleridir.
Mevlid kandillerinde Rasulullah Efendimiz’e bol bol salât u selâm getirmeliyiz. O’nun ibadetlerinden, ahlâkından, hadîs-i şerîflerinden mûcizelerinden ve mübarek hayatından bahsetmeliyiz. Bu şekilde O’nu daha yakından tanıyarak Sünnet-i Seniyye’sini hayatımıza tatbik edebilir ve O’na olan muhabbetimizi artırabiliriz. Bunlar da bize âhiretteki ebedî cennetin ve ebedî saadetin yolunu açar. Zira Peygamber Efendimiz’e muhabbet beslemek, kâfirlere bile fayda sağlamıştır.
Urve bin Zübeyr şöyle der:
“Süveybe Ebû Leheb’in câriyesi idi. (Efendimiz’in doğum müjdesini getirince) Ebû Leheb sevincinden onu âzâd etti. Süveybe bir müddet Peygamber Efendimiz’i emzirdi.
Ebû Leheb öldüğü zaman, âilesinden birine rüyâsında fenâ bir hâlde gösterildi. Akrabası ona:
«−Neyle karşılaştın?» diye sordu. Ebû Leheb:
«−Sizden ayrıldıktan sonra hiç hayır yüzü görmedim. Yalnız Süveybe’yi âzâd ettiğim için şuradan sulandım!» (diye başparmağıyla şehâdet parmağı arasındaki bir deliği gösterdi).” (Bkz. Buhârî, Nikâh, 20)
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“De ki: «Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (Yûnus, 58)
Cenâb-ı Hak, burada bize Allah’ın rahmetiyle sevinmemizi emretmektedir. Allah Rasûlü Efendimiz ise en büyük ilâhî rahmettir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“(Rasûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)
PEYGAMBERİMİZİ SADECE KANDİL GECELERİ HATIRLAMAMALI!
Kandil geceleri ve onlara benzer diğer gün ve geceler birer örf, âdet ve gelenek olup dinin aslına taalluk etmez. Dolayısıyla bunları meşrû ya da sünnet diye tavsif etmek doğru değildir. Bu tür faaliyetler, dinin aslî hükümlerinden biriyle de çelişmez.
Ancak insanlar, muayyen gün ve mekânlarda, geçmişteki mühim hâdiselerle daha kolay irtibat kurabilir ve ulvî heyecanları daha rahat hissedebilirler. Bunlar vesilesiyle, içinde bulunduklar anda geçmişi hatırlar, görünenden görünmeyen âleme kolayca intikal edebilirler. O hâlde böyle muayyen günlerde insanların bir araya gelmesini fırsat telâkkî etmeli, onları hayra ve sâlih amellere teşvik etmelidir. Zira bu günlerde -vaktin tespitinde ister hata, ister isabet edilmiş olsun- büyük kalabalıklar camilere toplanmaktadır. Bu insanların, Allah’ın zikri ve Rasûlü’nün muhabbeti sebebiyle toplanmış olmaları bile Allah’ın rahmetini ve fazlını celbetmeye kâfîdir.
Ancak Peygamber Efendimiz’i sadece Mevlîd Kandili’nde hatırlamak, bizim için büyük bir eksiklik olur. Hâlbuki biz Rasûlullah’ı her zaman hatırlamalı, kalplerimiz daima onunla meşgul olmalıdır. Mevlîd Kandili de, Efendimiz’i bize hatırlatan vesîlelerden sadece biri olmalıdır.
Hayatımızın her ânında Rasûlullah Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sini yaşayarak dâimâ O’nunla beraber olmalıyız. En azından bol bol salât u selâm okuyarak, Efendimiz ile alâkamızı canlı tutmalıyız. Zira salevât-ı şerîfenin feyiz ve bereketi pek çoktur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Allâh ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56)
RESÛLULLAH EFENDİMİZE EN YAKIN OLAN KİŞİ
Peygamber Efendimiz’e salevât getirmenin o kadar çok faydası vardır ki saymakla bitmez: Bir salevât getirene, Cenâb-ı Hak on rahmet eder, on derece yükseltir, on sevap verir ve on günahını siler. Rasûlullah Efendimiz, onun salât u selâmına cevap verir ve kıyamet günü ona şefaatçi olur. Salevât hürmetine dualar makbul olur. Kıyamet günü Efendimiz’e en yakın olacak kişi, en fazla salevât getiren kimsedir…
Rivayet edilir ki Hindistan’da bir ayakkabı tamircisi, hem çekiç vurur hem de onunla âhenkli bir şekilde salevât getirirmiş. Bir gün yanına bir kişi uğramış. Tamircinin bu hâlini görünce:
“‒Sen nerede Muhammed nerede? O seni duyamaz!” demiş. Bu hâdisenin üzerinden dört sene geçtikten sonra Cenâb-ı Hak bu zâta hacca gitmeyi nasîb eylemiş. Efendimiz’i ziyaret ettiği esnâda Hücre-i Saâdet’in önünde durunca içeriden, çekiç sesiyle birlikte ayakkabı tamircisinin nağmeli salât u selâmını işitmiş. Cenâb-ı Hak, bu şekilde, mü’minlerin salât u selâmının Rasûlullah Efendimiz’e arzedildiğini açıkça göstermiş. (es-Seyyid Muhammed bin Alevî el-Mâlikî, Havle’l-ihtifâl bi’l-Mevlidi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf, s. 15)
kaynak : http://www.islamveihsan.com/