İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ticaret hayatı nasıldı
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ticaret hayatı nasıldı? İmam-ı Azam’ın ticaret hayatındanki misaller, bir müslümanın ticari hayatının nasıl olması gerektiğini özetliyor.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri, ilim ve irfandaki dehâsı kadar, ticaret hayatındaki yüksek ahlâkıyla da, İslâm tarihinin örnek sîmâlarından biridir. Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen, hayli servet sahibi, zengin bir kimse idi.
TİCARETİN HELAL DAİRESİNDE OLUP OLMADIĞINI KONTROL EDERDİ
Ancak daha ziyâde ilimle meşgul olduğundan, ticârî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dâiresi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu hususta o kadar hassastı ki bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:
“–Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat!” demişti.
Hafs da, malı İmâm’ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs bin Abdurrahmân’a:
“–Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun?” diye sordu.
Allah Rasûlü buyurur:
“Alışveriş yapan iki kişi, birbirlerinden ayrılmadıkça veya ayrılıncaya kadar (caymakta) muhayyerdirler. Eğer dürüst alışveriş yapıp da her şeyi olduğu gibi açıklarlarsa alışverişleri bereketli olur. Eğer bâzı hakîkatleri gizleyip yalan söylerlerse alışverişlerinin bereketi kalmaz.” (Buhârî, Büyû, 19; Müslim, Büyû, 8)
BİR ŞÜPHEYLE KAZANCIN TAMAMINI SADAKA OLARAK DAĞITTI
Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmâm, helâl kazancının lekeleneceği endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı. Çünkü helâl ve harama dikkat, kula emanet edilen malın temizliği ve âhirette hesâbının verilebilmesi açısından zarûrîdir.
İşte Ebû Hanîfe Hazretleriʼnin bu takvâsı, maddî-mânevî ticaretine ziyâdesiyle bereket oldu.
FAİZE BULAŞMAMA HUSUSUNDA ÇOK TİTİZDİ
Ayrıca o büyük İmâmʼın fâize bulaşmama husûsunda sergilediği hassâsiyet de muhteşemdir. Zira Ebû Hanîfe Hazretleri, fâize benzer bir durum oluşmasın diye, alacaklısının ağacının gölgesinden dahî istifâde etmemiştir.
Diğer taraftan, günümüz ticarî hayatında rastlanan en mühim yanlışlardan biri de muhâtabının bilgisizliğini kendi menfaati için kullanmaktır. Meselâ, malının değerini bilmeyen bir satıcıya malının değerini bildirmek îcâb eder. Onun bilgisizlik, tecrübesizlik ve saflığından istifâdeye kalkışmak, gabindir (kandırmadır). İmâm-ı Âzam Hazretleri, kendisine satın alması için ipekli bir elbiselik getiren kadına malının fiyatını sormuştu. Kadın:
“–Yüz dirhemdir, yâ İmâm!” deyince îtiraz etti:
“–Hayır, bu daha fazla eder…” buyurdu.
Kadın şaşkınlıkla fiyatı yüz dirhem artırdı. İmâm-ı Âzam yine kabul etmedi. Kadın yüz dirhem daha artırdı, sonra yüz dirhem daha… İmâm-ı Âzam:
“–Hayır, bu dört yüz dirhemden de fazla eder.” deyince kadıncağız:
“–Ey İmâm! Siz benimle alay mı ediyorsunuz?” demekten kendini alamadı.
Bunun üzerine İmâm, kadına malının gerçek fiyatını söylemesi için işten anlayan birini çağırttı. Gelen kişi, elbiseliğin fiyatını beş yüz dirhem olarak belirledi ve İmâm-ı Âzam onu bu fiyattan satın aldı.
Zira o biliyordu ki, doğruluktan ayrılmak, malların ayıp ve kusurlarını saklamak, bilhassa ölçü ve tartıya dikkat etmemek, insanı âhirette çok hazin neticelere dûçâr edecektir…
EN TEMİZ KAZANÇ İÇİN GEREKLİ 7 VASIF
İmam-ı Âzam Hazretleriʼnin bu hassâsiyeti, Rasûlullah ve Oʼnun güzîde ashâbının yolunu tâkip etmekteki gayretinin de açık bir tezâhürüdür. Nitekim onun bu hâdisede sergilediği İslâmî tavrın asr-ı saâdetteki kaynağı, belki de şu hâdiseydi:
Rasûlullah şöyle buyurmuşlardır:
– “En temiz kazanç, şu vasıflara sahip olan ticâret erbâbının kazancıdır:
– Konuştuklarında yalan söylemezler,
– Kendilerine îtimâd edildiğinde ihânet etmezler,
– Söz verdiklerinde sözlerinden dönmezler,
– Bir şey satın alırken o malı yermezler,
– Bir şey satarken onu aşırı bir şekilde övmezler,
– Borçları olduğunda geciktirmezler ve
– Alacakları olduğunda, zor durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar.”
(Beyhakî, Şuab, IV, 221)
Sahâbeden Cerîr bin Abdullah t bir at satın almak istemişti. Beğendiği bir at için satıcı beş yüz dirhem fiyat teklif etti. Cerîr t bu ata altı yüz dirhem verebileceğini, hattâ sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini ifâde etti. Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildi. Kendisine:
“–Atı, beş yüz dirheme alabilecekken, niçin sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükselttin?” diye soruldu. Cerîr t şu cevabı verdi:
“–Biz alışverişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh’ın Rasûlü’ne söz verdik.” (İbn-i Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s. 454 vd.)
Dolayısıyla helâl-haram demeden; “Müşteriden ne koparabilirsem kârdır.” zihniyetiyle yapılan ticâretten kişiye hiçbir hayır gelmeyeceği, bilâkis bunun ağır bir âhiret vebâli olacağı aslâ unutulmamalıdır.
Hazret-i Ömer buyurur:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir emânet verildiğinde emânete riâyet ediyor mu, dünyaya meylettiği zaman helâl-harâmı gözetiyor mu, ona bakınız!”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam yayınları